19 Mayıs 2010 Çarşamba
Söz Market
tuzaktan kumanda
(...KANALTÜRK / Gecenin Rengi)
BERRİN ŞEKER CİVİL: Altlarına eşofman falan giyip gelen spikerler var mı?...
BANU GÜVEN: Bir arkadaşımız gelmişti; gömleği aşağıya bırakmış, kravat falan süper görünüyor, ama aşağıda şortu ve spor ayakkabısı vardı...
bizimkiler...
İzmir güvenlikten Yüksel’in babası rahatsızlanmış...
Arkadaşlara “Atarak” hastalığının nasıl bir şey olduğunu soruyor, internete falan bakıyor, hastanelere telefon ediyor...
Böyle bir hastalığın olmadığını söylüyor herkes...
Taa ki güvenlik şefi gelene kadar;
MUSTAFA: Yüksel Atarak’ı kim söyledi sana?...
YÜKSEL: Abi bu kâğıtta yazıyor işte atarak diye...
MUSTAFA: İyi ama bu rapor değil ki reçete...
(Arkadaşımızın babasına acil şifalar diliyoruz)
Temel’in yeri
Temel bir gün 15. katta çalışırken aşağıdan karpuzcu geçiyormuş...
Aşağıya doğru “Hemşeriiim” diye bağırmış;
“-Bezelyenin kilosu kaça?...”
***
Temel’le Dursun yakın aralıklarla kaldırıma oturmuş dileniyormuş...
Hayırseverin biri Dursun’a 500 lira vermek üzere eğilirken Temel seslenmiş;
“-Beyefendi... Sadakayı bana verirseniz indirim yaparım...”
Söz der ki;
“-Siyasetçinin iyi mi kötü mü olduğunu anlamak için yazarın kötüsünü tespit edin... Sonra onun eleştirdiğine sıkıca sarılın...”
(...Ağzıyla kuş tutsa yaranamayacak insanlar konusundaki müthiş S.Ö.Z.leri...)
bir film diyaloğu!
“-Zaman en iyi yazardır... Her zaman mükemmel sonu yazar...”
(...Limelight filminden)
itiraf reyonu
(...isim: bilen biliyor zaten ...şehir: bilinmiyor ...yaş: henüz genç)
İlkokula yeni başladığımız zamanlardı, birinci sınıfın sonuydu sanırım...
Yeni yeni yazmayı öğreniyoruz ya, defterler yetmiyor bize...
Yine bir gün evin balkonunun duvarına yazı yazmışım, ama uyanıklığı da elden bırakmıyoruz...
Benim yazdığımı anlamasınlar diye altına not düşmüşüm:
“-Bu yazıyı abim yazdı...”
(omer.soztutan@tg.com.tr - itiraf edin, rezil edelim...)
Hayata dair...
Tabloları ile ün yapmş bir ressam, günün birinde en güzel eserini yapmaya karar vermiş... Konu bulmak için şehir dışında dolaşmaya çıkmış...
Ressamı tanıyan biri, “Böyle nereye gidiyorsun dostum” diye sormuş...
Ressam, “Bilmiyorum... Dünyanın en güzel şeyinin resmini yapmak istiyorum” diye cevap vermiş;
“-Belki siz dünyanın en güzel şeyinin ne olduğunu söyleyebilirsiniz...”
Adam biraz düşündükten sonra, “Kolay” demiş;
“-Dünyanın neresine giderseniz gidin, en güzel şeyin inanç olduğunu göreceksiniz...”
...
Ressam cevap vermeden yoluna devam etmiş... Daha sonra çok saygı duyduğu bir adama rastlamış... Ona dünyanın en güzel şeyinin ne olabileceğini sormuş... İkinci adam da bir süre düşündükten sonra şunları söylemiş;
“-Dünyanın en güzel şeyi aşktır... Yoksulları zenginleştiren, gözyaşlarını tatlılaştıran, azı çok yapan o değil midir?... Aşksız hiçbir şey güzel olamaz...”
...
Ressam dünyanın en güzel şeyini aramaya devam etmiş... Yolda giderken rastladığı yorgun bir askere de aynı şeyi sormuş... Asker kendisine şunları söylemiş;
“-Dünyanın en güzel şeyi barıştır... En çirkin şeyi de savaş... Barış olan yerde her zaman güzellik bulabilirsiniz...”
...
O zaman ressam şöyle düşünmeye başlamış...
“-Dünyanın en güzel şeyleri; inanç, aşk ve barış ise onların resmini nasıl bulabilirim?...”
Başını sallayarak evine dönmüş... Kapıdan içeri girince dünyanın en güzel şeyini bulmuş... Çocukların gözünde inanç, eşinin gözünde aşk, evinde barış ve mutluluk hüküm sürüyormuş...
...
Bunlardan ilham alan ressam dünyanın en güzel şeyinin resmini yapmış...
İşi bitince boyalarını ve fırçalarını toplamış... Daha sonra tuvalin örtüsünü kaldırarak, uzun uzun seyretmiş yaptığını...
Kendine güvenen bir aile reisi, mutlu bir kadın ve böyle mutlu bir ortamda yüzleri pırıl pırıl parlayan çocuklar, ışık oyunlarıyla dolu sıcak bir ortamda resmedilmişler...
Ressam, daha sonra tablosuna “Evim” adını vermiş...
(...John Minum)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder