29 Mayıs 2010 Cumartesi

Söz Market



söz der ki
“-Kendine en çok zarar veren insanlar, kendine yeteceğini zanneden insanlardır...”
(...Yalnızlığı bitiren müthiş S.Ö.Z.leri)

aklından bile geçirme!
“Eski bir kalleşliktir, bu. Yüz elli senelik. Muallimden dinlemiştim:
Amerika’da ağalar, iç savaş çıkarmışlar ilkin. Kuzey’e de, Güney’e de mayın döşemişler.
Bunu birbirinden bilen gavurun oğlu, sarılmış silaha, kırmış birbirini. Savaş biter bitmez, çıkarmışlar döşedikleri yerden. İyilik olsun diye değil. Aynı bölgede petrol aramakmış maksat. Giden gitmiş. Olan, Kızılderili’ye, Aztek’e, Maya’ya, Meksikalıya; Afrikalıya olmuş.
Sonra tadını almışlar bu işin. Nerede emperyalizme bir direniş var, tampon bölgeler kurmuşlar. El altından kaydı kuyudatı değiştirmişler. Kendi tarlasında, ‘maraba’ olmuş yerli halk. Altın arayacağız, kapat... Baraj yapacağız, kapat. Yol yapacağız, kapat. Koca bir kıta, asri hapishaneye dönmüş.
Ar damarı çatlamış bir kere Avrupalının. Kafa sakat. Küçük şirketler, büyük kartelmiş artık. Yayılmışlar dünyaya. Kilise akıl vermiş:
‘Müslüman coğrafyadan başlayın, yapacaksanız bir işi. Hem kökünü kurutun bunların, hem de dezenformasyon yapın, deyin ki:
‘Şunların haline bakın! Yarısı sakat bir toplum! Bunlar mı Piri Reis yetiştiren, tıp kitapları Avrupalarda okutulan Müslümanlar! Baksanıza kendilerine hayırları yok!’ ‘Kurnazsın be papaz! Tavuk esirgenmez, gelse kaz! Bir taşla iki kuş!’
Dünya mayın haritasını gösterdi muallim. Gözlerime inanamadım. Kuzey Amerika’da yok, Avrupa’da adı bile yok! Mazlumların yurduna, mayınları kurdu, haçlılar.
Cezayir’den ayrılmamış Fransız. Giderayak döşemiş sahraya, dizi dizi. Libya’da Bingazi, Çad’da Emi Kussi... Kremlin, Afgan Diyarı’nda namertçe savaşmış. Afganlı adım atsa, mayınla karşılaşmış. Tam da ‘Ülke kurdum!’ derken nefes bile alamamış. İmdadına koşmuş Coni’nin, Ehl-i Salib Ordusu. Bitmeyen bir çileymiş, Kenyalının sorgusu.”
...
“Seçilmişler ne yapmış, bunca olay olurken?” “Önce sözler alınmış, sonra seçilmişler (!) Çağırmışlar bir yere, tuzağa düşürmüşler.
Telaşlıymış belli, aceleymiş işi.
‘Bu işi ben yaparım, var mı benden iyisi! Neden diye sorarsan: Çünkü ben İsrailli(!)”
“Şimdi ben oğluma mı yanayım, gördüğüm ihanete mi? Sen olsaydın ne yapardın, bu ülkeyi yöneten?” “Ben olsam, ‘mıntıka temizliği’yle bitirirdim mayını, iki saat geçmeden.
Bırakırdım arkamda tertemiz bir nesil, organikle beslenen! Sade bu değil! Pasaportsuz, dolaşırdım Asya’da. Çalardım kapısını Arap’ın İranlının. Asardım her bir yere: “Güvenli Bölge Asya.” “Niye yapmamışlar bizimkiler? Sol’u anladık, peki sağ?” “Sağ’ın kafası karışık, NATO ile barışık. Renksizdir sağ, tuhaftır, ahenksizdir. Bilmez ne istediğini, yoktur yol haritası.
Sol ise, girdaptadır, boğulurken günbegün. Barışamaz halkla, kavgalıdır inançla.
İkisi de yol bulamaz, kılavuzu kargadır.
Yolun sonu görünür, musallada övülür.
Kurtaramaz, alkışlar. Umutsuzdur bakışlar.”
...
“Reçete var, ilaç var, doktor var. Niye bekler hastalar?” “Bir sabah çıkmalı evden. Arkaya bile bakmadan. Çağırmalı basını, anlatmalı, sürecin kahreden içyüzünü: ‘Bir kumpasa düştüm. Kurtarın beni ey halkım! Yoksa, bilmez miyim, temizlemeyi mayını? Kavuşsun işe güce, Akçakale, Reyhanlı.
Lakin bırakmaz yakamı, Bin Dokuz Yüz Elli Dört’teki gaflet! Sonum kötüdür bilirim, bekler beni felaket! Localardan emir var: ‘Ver işi Tel Aviv’e! Son bir adım daha kaldı, niyetler İsrail’e!’ “Kuramadım hiç alaka. Bir dedi, ‘Haksızlık yaptık azınlıklara!’
Sonra geveledi lafı, çevirdi mayınlara.
Belli ki travma hali, benliğini kavuran. Çıkarmıştı baklaydı, bir çırpıda ağzından. Lafı bile incitir, bu toprağın sesini. Önce kullanırlar, sonra geçirirler ipini. Adını temiz tut, verme düşmana fırsat! Toprak senindir senin! İbret almadı Kırat! Aklından bile geçirme, zalimle bir olmayı! Gözün arkada kalmasın; ver köylüne toprağı. Eksin, sürsün, işletsin. Kanat gersin ülkene! Yüzü gülsün köylünün, yürüsün kardeşliğe!
(...Tarık Sezai Karatepe’den)

bizimkiler
“Yahu ne iş bu” diyor Cüneyt Abi, konuştuğu telefonu kapattıktan sonra; “-Bugün hanımın bütün arkadaşları beni arıyor...”
Bir müddet sonra da yenge arıyor, “-Benim telefonu alıp gitmişsin, ne yapacağız?...”
Cüneyt Abi’nin müthiş fikriyle problem çözülüyor; “-Telefonu sen bana yönlendir, ben de sana yönlendireyim...”

tuzaktan kumanda
(...FOX-Çarkıfelek)
KAMYON ŞOFÖRÜ YARIŞMACI: 8 çocuğum var Mehmet Ali Bey...
MEHMET ALİ ERBİL: 14 yılda 8 çocuk... Nasıl oldu bu kadar sürede?...
TUBA ÜNSAL: Kısa yol şoförüymüş demek ki?...

temel’in yeri
Üçüncü karısı da vefat eden 80 yaşındaki Temel Dede, dördüncü defa evlenmeye karar vermiş...
Akranları demiş ki;
“-Bu durum tehlikeli olabilir, bir doktorla görüş”...
Gitmiş doktorun yanına ve aldığı kararı söylemiş...
Doktor sormuş; “-Peki gelin hanım kaç yaşında” diye sormuş doktor...
“Otuz falan” demiş Temel Dede... “Ama bu sakıncalı bir durum” demiş doktor...
Bunun üzerine Temel:
“-Ne yapalım doktor bey?... Öleceği varsa ölür zaten...”

bir film diyaloğu
“-Bir topluluğu kontrol etmek, bireyi kontrol etmekten kolaydır. Bir topluluğun ortak bir amacı vardır. Bireyin amacı ise her zaman için şaibelidir...”
(...Kafka filminden)

iğnelik

AYNİYLE VÂKİ

Uyanık geçiniriz,
Uyuşmuş beyin ile...
Hürriyete esiriz,
Dipsiz ambar boş kile!

Yalanlara inanır,
Derdimize yanmayız...
Kurbağalar uyanır,
Biz kolay uyanmayız!

Ayakta uyuyup da,
Otel parası veren...
Hakîkati duyup da,
Biziz ipe un seren!..

(...Sefa Koyuncu)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Komedi