17 Mayıs 2010 Pazartesi

Söz Market



tuzaktan kumanda
(...CNN TÜRK - Nası Yani)
CANDAN ERÇETİN: Ben huzur diliyorum çünkü 2008 çok zor ve sert bir yıldı.
BEYAZIT ÖZTÜRK: Ben hiç barış, huzur, mutluluk işlerine giremiyorum valla. Herkes kendi ihtiyacını dilesin. Bölüşülüyor bana kalmıyor sonra.

Te­mel’in ye­ri
Temel, çok iyimsermiş... En kötü haberi bile verseniz:
“Daha kötüsü olabilirdi” diye hem kendisini, hem etrafını teselli edermiş...
Bir gün Temel’e Dursun’un dükkanının soyulduğunu söylemişler...
“-Yahu duydun mu?... Bizim Dursun dün dükkanı açtığında bütün mallarının çalındığını görmüş... Tabancayı çekip hırsızı vurmuş...”
Temel her zamanki tavrıyla:
“Daha da kötüsü olabilirdi” demiş...
-Yahu daha da kötüsü ne olabilirdi ki?...
“-Öyle demeyin... Bir saat önce gelse ben ölmüştüm...”

hayata dair...
Prof.Covey’in konuşmasını dinlemeye gelen annesi; arka sırada oturan iki kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek çok öfkelenmiş ve “Oğlumu küçümsüyorlar” diyerek üzülmüş...
Yemek molasında oğluna, “Şunların kafasına çantamı indiresim geliyor” demiş...
Oğlu, “Anne o adam Finlandiyalı... Burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş...
Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor...
Davranışların sebebini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz...
Covey bu örnekleri; “Aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler” diye özetliyor...
Buradan yola çıkarak çözemediğimiz problemler için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor...
...Ve Einstein’ın bir sözünü hatırlatıyor;
“-Karşılaştığınız problemleri; o problem düzleminde kalarak çözemezsiniz...”

söz der ki;
“-Yalan söylemek ayıptır... Yalanı yalanla düzeltmek sanat...”
(‘Bu ne ki’ dedirtecek ilginç ama aynı zamanda müthiş S.Ö:Z.leri...)

bizimkiler...
Emin ile Serdar birbirlerinden habersiz ünlü bir markanın aynı kazak ve pantolonundan alınca, ertesi sabah “Gazetenin sekreterleri hapisane mahkumları gibi tek tip kıyafete dönmüş” sataşmalarına hedef oldular.
Şimdi her sabah Emin gardırobun başına gidince Serdar’a telefon ediyor:
“-Olum bugün ne giyiyorsun sen?...”

ayaküstü...
Serdar Bilgili’nin röportajına rastladım bir dergide...
Muhabir sormuş, “Gençlere bir tavsiyeniz var mı” diye;
“Başarılarını asla göz önünde yaşamasınlar” demiş...
...Ve sebebini açıklamış;
“-Biz halk olarak kıskanç bir yapıya sahibiz. İmrenmiyoruz, kıskanıyoruz...
İmrenmek olumlu bir duygudur, oysa kıskanmak negatif bir yaklaşımdır...
Kıskanan insan ‘benim yok, onun da olmasın’ şeklinde bir tutum sergiler.
Başarıyı paylaşmasını bilmiyoruz.
Kötü gününüzde sırtınızı sıvazlayan, size moral vermeye çalışan insanlar olur.
Ama başarılı olduğunuzda sırtınızı sıvazlayıp bundan en az sizin kadar memnun olan insanlar yok denecek kadar azdır. O yüzden gençlere başarılarını çok fazla göz önünde yaşamamalarını söylüyorum...”
...
Tespiti sevdim ve size taşıdım...
Aynı röportajda, yine aynı önemde bir tavsiyesi daha var Serdar Bilgili’nin...
Muhabir bu kez baba mesleğinin ticaret olduğunu hatırlatıp, “Ticaret konusunda babanızdan öğrendiğiniz bir şey var mı” diye soruyor...
İki şey öğrendiğini söylüyor Bilgili ve sıralıyor;
“-Birincisi gerekirse pantolonunu sat borcunu öde, diğeri de dürüst ol. Bunlar benim ticaret hayatında kulağıma küpe ettiğim sözlerdir...”

iğ­ne­lik...

ORTA DOĞU

Eyâlet iken bize,
Bölge huzûr görmüştü...
Aldandı İngiliz’e,
Alev topuna düştü!

Osmanlı’yla yarışın,
Yürüttü bir kolunu...
Orta Doğu barışın,
Kayıp etti yolunu!

Muhteşem geçmişimiz,
Kalmamalı gölgede...
Küsü bizim işimiz,
Barıştırmak bölgede!
(...Sefa Koyuncu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Komedi